‘”vahā-çarāna: alış veriş yapılan yer. Orta Farsça’da‘vāzār’ ve günümüzde ‘bāzār’ olarak Farsça’da yer almaktadır. Kimi zaman da yemek manasındaki ‘ba’ ve yer belirtmek için kullanılan ‘-zer’ ekinden oluştuğu ifade edilir. Eski Türkçe’de ‘ert-‘ (oldurmak, zamanı gelmek) ekiyle dilimizde Pazartesi halini almıştır. ‘er-‘ filli günümüzde ‘olgunlaşmak, yetişmek, ulaşmak’ ve Eski Türkçe’de ‘ert-‘ fiili ile ‘oluş’ ve ‘olmak’ noktasındaki geçişe işaret eder. Arapça’da‘El- İsneyni’ kelimesi ile ‘Cumartesi’den sonraki ikinci gün’ şeklinde tarif edilir. İsneyni- sny kökünden ‘s̠āniya(t)’ kelimesi ile ki ‘sani’ (ikinci) sözcüğünü fa’ila(t)vezninde etken fiil sıfatı dişilidir, ikilik bahsinden ‘ilklik’ işareti olarak görülebilir. Burada ‘daḳīḳa(t)’ kelimesi ‘derecenin altmışta biri’ ve ‘nüans, incelik, ayrıntı, partikül’ manalarıyla; aynı zamanda Kıpçakça’da‘hüner’, Türkçe’de de nüans gibi çeşitli kullanımlarıyla ‘sny’ köküne çeşitli noktalardan irtibat kurmuştur. ‘Nüans’ (Nue+entia) sözcüğü ise Fransızca’da bulutların renk ve şekil yoğunluğu üzerinden renk ve şekil ayrımındaki hassasiyeti ifade edip, Sami dillerinde ‘pāraḳ, pəraḳ’ kökü ile Arapça’da‘frk’ köküne denk düşer ve‘fu‘lân’vezni ile yaygın kullanımına da rastlanır. Aynı kök yine Aramice/Süryanice üzerinden gelip ‘pūrḳān’ ve Ge’ez üzerinden ‘fərḳān’ şeklinde ‘selamet, kurtuluş, ayırma’ manalarına denk düşmektedir. Yine Arapça üzerinden ‘Furkan’ kelimesi, Arapça’daki‘ayırma’ manasıyla dikkat çeker. Kelime özellikle soyutlanmalara dair daha açıklayıcı bir hal alıyor. Bununla birlikte Grekçe’debu kelime etrafında ‘para’ ve ‘kletos’kök kelimeleri ile ‘birini yanına çağırmak’ anlamında ‘parakletos’ kelimesi kullanılmaktadır. ‘Bekleneniçağırmak, savunmak’ anlamlarıyla da kullanılan bu kelime ‘adalete ve haklı olana taraf olma ve destek vermeye çağırmak’ anlamıyla hukuki bir terim olarak kullanılmıştır. Ayrıca Yuhanna İncil’inde İsa Mesih tarafından ‘geleceği tebliğ edilen, çağrıda bulunulan’ anlamıyla yer almıştır. Edat + Sıfat Fiil olan ‘Paráklētos’ sonda vurgulanınca ‘henüz ve tek seferde defalarca çağırılabilir’ olarak, antepenult noktasında vurgulanınca ‘çağırılması devamlı olana (beklenen)’ işaret ettiği ifade ediliyor. Burada karşılaştığımız mesele Kutsal Ruh ve Pentikost Bayramı’dır. Pentikost içerisinde yer alan beş hadisenin sağlıklı değerlendirmesi büyük oranda mümkün olmadığı için bugün alabileceğimiz en güvenli konum, zaten birbirlerinin de aynı olan tümden gelim ve tüme varım üzerinden eşzamanlı gezinmeler veya faydacı yaklaşımla kategorik olarak eliminasyon olabilir. Bu bağlamda Ölü Deniz Parşömenleri vesilesiyle Büyük İşaya Parşömenleri’nin ne kadar isabetli şekilde aktarıldığını görmüş oluyoruz fakat bu taslak uyuma rağmen binlerce farklılık tespiti de meselelerin teviline dair girişilen dil bilgisi inceliklerini aşan bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Yine de teviline girecek ve aslında ‘Paráklētos’ kelimesinin birçok semantik uyum ve örtüşmeye rağmen etkileşimsiz olduğunu ve vurgulamalarda heceleri göz önünde tutunca diğer taraftan şunu da açmak gerekir, ‘çağırmak’ için ‘beklenen’ olması gerekliliği ve bununla birlikte ‘çağırılan-beklenen’denkleminde ‘Furkan’ kelimesi manalarına da uyumlu görünüyor. Bir diğer uyum da işaret zamiri ‘-ekeinos’ ile ‘pneuma’ (Kutsal Ruh) tarafından yapılan‘parakletos’ referansıdır. Kutsal Ruh’un‘getirdiği, taşıdığı’ ile ilgili bu temsiliyet ifadelerini de aynı tavırla tevil edebiliriz. İslam eskatolojisine de uygun bu ifadeler ‘yardımcı’ anlamıyla bir bütünlük arz ediyor. Yine bu çerçevede diğer yandan‘teselli veren’ manası da ‘sükunete ulaştırmak maksadıyla unutturan ve akıldan gideren’ anlamlarıyla‘yardımcı’ manasını doğruluyor.Pentikost, ilk Anglo-Sakson vaazlarda ‘Whit-Sunday’. Bu tabir ‘White Sunday’ kelimesinin vaftiz olacak Hristiyanlık temel eğitimi alma aşamasındaki katekümenlerin beyaz renkli kıyafetlerine yapılan atıftan gelmektedir. Zamanla kısa okunuştaki beyaz rengi ifade eden ‘hwhit’ ve anlayış, zeka manasındaki ‘wit’ birbirine karıştırılmaktadır.‘White’ kelimesi kökeninde Sanskritçe‘aydınlatma’ manasında ‘śvitāná-‘, Arapça’da ise yumurta manasındaki ‘bayd’ kelimesinden gelmektedir. ‘DiēsLūnae’ Roma döneminde ‘ay günü’ manasındaki kelimedir. Ay kelimesi çeşitli dillerde ‘luna’ ve ‘mēn’ şeklinde karşımıza çıkar ve kelime kökünde aydınlık, parlamak gibi manalarda görünür.Bunun yanı sıra ‘Furkan’ kelimesine ait şu anlamlar göze çarpmakta:
- Mutlak Kritik (yazar tarafından tanımlanmıştır)
- Hak ile bâtılı, imanla küfrü, helâl ile haramı ayırıp belirlemek
- Zıt değerlere sahip olan şeylerin birbirinden seçilip ayrılmasını sağlayan ölçü
- Gerçeği kanıtlayan delil veya sezgi, doğru bilgiler ile şüpheden kurtuluş
- Ayrıntılı bilgi
- Akıl
- Mucize
- Kur’an
- Tevrat
- İncil
- Delil
- Hakikat
- İmtiyaz
- Yardım
- Mûsâ Peygamber ve kavminin kurtulması için denizin yarılıp açılması
- Bedir Zaferi
- Kurtuluş
- Başarı
- Kadir Gecesi
- Yargıç
- Hüküm
- Sadakat
- Zafer
- Musa Peygambere mucize olarak verilen deliller
- Sabah
- Farkları ortaya çıkaran
- Maddî ve ruhî, dünyevî ve uhrevî bütün nimet ve imkânlar
- Çok ileri düzeydeki bir ayrılma
- Gerçekleri açıklayan
- Hakikati temsil
- İnananı inanmayandan ayıran
- Allah’ın, hakkı tercih eden müminlere yardım edip zafere ulaştırmak suretiyle onları kendilerine kin besleyenlerden kurtarması
Furkan Suresi 53. Ayet: O odur ki iki deryayı birbirine salmış: şu tatlı, yürek tazeler, şu tuzlu çorak, aralarına da bir berzah ve bir «hicri mahcur» koymuştur.
‘Berzah’ kelimesi Avestaca‘barəz-aŋhvā’ (yüksek-alem, Tanrılar dünyası) sözcüğü ile eş kökenli olmakla birlikte Kur’an’da‘mevt olmuşların ba’s olunacağı mahşer gününe kadar geçireceği ara süre’ – ‘iki şeyin arasındaki engel, aralık, ayıraç’ gibi manalarla yer almaktadır. ‘hicri mahcur’ da ‘berzah’ manalarını destekleyen mahiyetiyle iki zıddın arasındaki bitişmezliğin sebebini temsil eden çift yönlü bir ayrım meydana çıkıyor. Bu çift yönlü ayrımı mıknatısların zıt kutuplarının birbirine karşı geliştirdikleri mukavemetin zıddı bir bütünleşme olarak tahayyül edecek olursak, ‘hicri mahcur’ ayrımınınmadde ve ruh arasında bitişmezliğin sembolü olarak ‘berzah’ kavramı ile yeni bir oluş çizgisineişaret ettiği görülmektedir.Pek enteresan bu ayrıma da berzah kelimesi ile bitişik halde ‘ratk’ ile ‘fatk’ kelimelerinde de rastlıyoruz. ‘Ratk” kelimesi bir şeyin bir şeye bitişmesi, ayrılmaz hale gelmesi” manasına gelmekte. ‘fatk’ da ‘kırma, ayırma’ anlamında.‘R’ harfi Müsavvir ve ‘F’ harfi de Kaviyy isimlerini temsil eder…”
Oysa ki Adem bu meselelerden çok bunalmıştı. Adeta bulduklarında kaybolup kendinde bulduklarını arıyordu. Girdiği her yeni paragrafta kendini kaybedercesine kelimelere dalıyor, kitaplığın altını üstüne getiriyor, içinden çıkılmaz girdaplara kapılıyordu. Sanki müteal saadetin eşiğinde susuzluğunu gidermeye çalışan bir deve gibi belli belirsiz iç huzuru ile nerelerde gezindiğinin farkında, gözünü kararttıkça karartıyordu. Akademik kariyer de artık onu cezbetmiyordu. Evet, onun için bomboş bir faaliyet alanı değildi fakat içini kemiren şey arada onun gençlik ideallerini de delik deşik etmişti. Özellikle bu sıralar evinde öylece oturmuş, hafakanlarını defedebilmek için başına olmadık işler açıyor, saatler süren uydu kanalı reklamları izliyor, hiç gitmediği şehirlerin yerel radyolarında o anki programın konseptine uygun şarkı isteklerinde bulunuyor, sürekli tatlı ve şekerli atıştırmalıklar yiyor, kötü alışkanlıklarını paket paket çöpe atıyordu…
“ ‘Adem’ kelimesi ‘Elif’ ve ‘Ayn’ harfleriyle yazılmak üzere çoğunlukla iki farklı şekilde kullanılır. ‘Elif’ ile yazıldığı zaman ‘A’ harfi uzun okunur ve gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız ‘Adem’ ismi, ‘Ayn’ ile yazıldığında ise ‘A’ harfi kısa okunup diğer ‘Adem’ kelimesi karşımıza çıkar. Adem ismi Arapça’da esmerlik manasındaki ‘el idme’, yeryüzü manasındaki ‘el edime’, örnek manasındaki ‘el edeme’, ülfet manasındaki ‘el üdme’ kelimeleriyle ilişkilendirilmiş olarak tahlil edilebilir. Aynı şekilde unutmak manasındaki ‘nesy’ kökünden ‘insiyan’ olarak türediği de söylenmektedir. Bir diğer değerlendirme de ‘üns’ kökünden ve buraya ‘enes’ kelimesini bitiştiren ‘uyum, cana yakınlık’ manalarını da dikkate almak gerekecektir. Bunlar dışında yine en kuvvetli değerlendirmelerden biri İbranice’de antik dönemlerden gelen ‘kırmızı-kahverengi’ ile ‘kan’ ve ‘toprak’ kelimelerini karşılayan ‘adom’ ve ‘adamah’ kelimeleridir. Yine Sümerler’de‘adamu’ ile ‘benim babam’, Asurlar’da‘adamu’ ile ‘yapılmış, üretilmiş, çocuk’, Sabiiler’de‘adam’ ile ‘kul’ manalarındaki kullanımları yer almakta. Son olarak ‘en büyüğün işlerinden, çok işleyen, çok çalışan’ manalarıyla çok çarpıcı bir verimi de burada kayda geçelim. Şimdi ‘A’ harfinin kısa okunuşuyla gerçekleşen ‘Adem’ kelimesine geçelim. Kök ve mana olarak Arapça’da‘yokluk, hiç olmama hali, varlığın zıddı’ şeklinde karşımıza çıkar.Ancak buradaki yokluğun mahiyetine dair derinlemesine bir tahlile girmek icab ediyor. Bir şeyin yokluğunun varlığı mı mümkündür, yoksa benersiz bir mümkün müdür veyahut yokluğun da yok olduğu şey olmama durumu mudur? Şey olmama halinden de mutlak soyutlanması gerekliliği, kendi içerisinde mümkünleri kategorik ayrımlarla sınıflandırması, kelimelerin gidebileceği uçsuz bucaksız sahalarda adem bahsi bir oluşa ihtimallerine doğru sürükleniyor.”
Adem uzun zamandır hiç müzik dinlemiyordu. Neredeyse altı aydır… Enteresan olan, müziğe ne ihtiyaç duyuyor ne de tahammül edebiliyordu. Birden, sanki ruhunun bir yerlerine neşter değmiş ve hayatı boyunca müzikle olan doyumsuzluk noktasındaki alakayı ondan koparmıştı. Müzik dinlerken; müziği icra edenin, terkip edenin, seslendirenin, olumlu yahut olumsuz etkilenenin, dünyanın neresinden olursa olsun neler hissedildiğinin merakı ile dalıyordu müziğe. Bunca sesin içerisinde casus misali bağlamanın tellerinden, piyanonun tuşlarından, kemanın yaylarından, davulun tonlarından, zillerin çınlamasından, gitarın distorsyonundan, didgeridonun uğultusundan, neyin nefesinden, şundan, bundançıkan seslerde tam o anda ne hissetti de seslerde bu şekilde gezindi sorusuyla müziğin içinde musallaya uzanıyordu. Duyduğu bu haz kimi zaman tamamıyla akıl tutulmasına dönüşüyordu. Fakat bir süredir kendisinin de hayret ettiği halde müziğe karşı mutlak bir anlamsızlık yaşıyordu. Öyle ki Abel isimli birinin Rio Vequeria nehrinin büyük suyla buluştuğu El Salto’da Criadero Dona Mari çiftliğinde oraya buraya koşturan atların eşliğinde enfes tabiatın cazibesiyle etrafı seyrederken yarım saat önce üşengeçlikten çöpe atmak yerine cebine koyduğu elma sapını telefonunu çıkarırken düşürmesi kadar anlamsızlaşmıştı. Kendi şartlarını hiç zorlamadan, her şeyi öylece akışına bırakmıştı…
06 Ağustos 1945 ABD tarafından Japonya Hiroşima’ya atom bombası atıldı.
10 Haziran 323 M.Ö. Büyük İskender öldü.
14 Mart 628 Hudeybiye seferine çıkıldı.
28 Ekim312 M.S. Milvian Köprüsü Savaşı ile Roma Hristiyanlığı kabul etti.
30 Nisan 1945 Adolf Hitler intihar etti.
13 Temmuz 1925 Eğitimde Evrim Teorisi konulu‘Maymun Davası’ başladı.
29 Ekim 1923 Türkiye Devleti Cumhuriyet rejimine geçti.
14 Şubat 1876 Telefonun icadı.
11 Kasım 1918 1. Dünya Savaşı sonra erdi.
21 Şubat 1848 K. Marx ve F. Engels Komünist Manifesto’yu yayınladı.
10 Nisan 1950 Mareşal Fevzi Çakmak vefat etti.
15 Temmuz 1996 Twitter yayına başladı.
02 Mayıs 2011 Usame bin Laden’in hayatını kaybettiği duyuruldu.
15 Eylül 2008 Lehmann Brothers iflas etti.
20 Mart 1916 Albert Einstein Genel Görelilik Teorisini yayımladı.
01 Ocak 630 İslam Ordusu Mekke’nin fethi için yola çıktı.
27 Nisan 711 Tarık bin Ziyad İspanya’ya giriş yaptı.
25 Mayıs 2020 George Floyd öldürüldü.
23 Ekim 1922 TBMM’de Saltanatın Kaldırılması kabul edildi.
26 Kasım 1923 Mussolini İtalya’da Faşizm rejimine geçişi ilan etti.
26 Ocak 1948 Kazım Karabekir vefat etti.
13 Mart 1430 Devleti Aliyye Selanik’i fethetti.
6 Temmuz 1517 Kutsal Emanetler Sultan Yavuz Selim Han’a teslim edildi.
1 Aralık 1913 Henry Ford ilk hareketli montaj hattını kurdu.
26 Haziran 2000 İnsan genomunun ilk taslağı yayınlandı.
1 Kasım 1604 Shakespeare’in eseri Othello sahnelendi.
20 Mart 1815 Elba’dan firar eden Napolyon Paris’e giriş yaptı.
…
Adem’in aromaları, kokuları, dokuları keşfetmeye, bunları eşleştirmeye, kendinden yola çıkarak yine kendince kategorize etmeye karşı ustaca yaklaşımları vardı. Hemen birçok meselede olduğu gibi parçaları kafasında olması gerektiği yerlere poligon olarak yerleştiriyor ve gerisini kolayca tasarlayabiliyordu. Hatta kendine ait yemek tariflerini toplasa her biri özgün reçetelerden oluşan muhtemelen ortalama hacimli bir kitapçık bile çıkarabilirdi. Denemekten çekinmiyor, karşılaştığı uyumsuzluklarda denemelerini sonlandırarak değil kompleks hale getirerek çözüm üretiyordu; kimi zaman da basitleştirerek... İnsanın ömrü boyunca belki yüzlerce kez içtiği herhangi bir çorbayı hiç olmazsa birkaç kez farklı şekilde tüketmesi gerektiğini düşünüyordu. Nasıl olur da aynı şeylerden sıkılmıyorlardı? Nasıl olur da tek bir malzeme bile eksik kalmış olsa, alternatifi için belli kalıpların dışına çıkamıyorlardı? Peki, nasıl olur da bütün bunları hazları için yapabiliyorlardı? Peki, ya bunun tam tersini? Nasıl olur da hazlarının esiri olup, ne sebeple yaşadığının farkında olmayan bir insanla, vahşi hayvanlarla aynı kalıplara giriyorlardı? Bu insanlar hayatta ne arıyorlardı ki? Ölçü? Usul? Uyumdan, sistemden, meraktan, hayretten, hayalden, gerçekten nasıl kaçabilir ki Adem?
İbn-i Abbas’tan (r.a) şöyle rivâyet edilmiştir:
“Hz. Peygamber, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü peygamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi günü (Kâbe’de hakemlik yaparak) Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. Pazartesi günü «Bugün size dîninizi tamamladım.» (el-Mâide, 3) âyetinâzil oldu.” (Ahmed, I, 277; Heysemî, I, 196)
Rainer Maria Rilke - Hayatımı Genişleyen
Hayatımı genişleyen halkalar içre yaşarım ben,
Nesneler üzre açılan birim birim.
Sonuncuyu belki, başarmak gelmez elimden
Fakat denemek isterim.
Dönerim çevresinde Rabb'dan olanın*, o eski kulenin gece gündüz
Dönerim binlerce senedir;
Doğan mıyım ben, fırtına mı, bilmem henüz,
Yoksa bir büyük şarkı mıyım nedir...
*Heme ez-ost (Yazarın yorumu)
Adem, Pazar gecesi yatmadan önce sanki odasında sahneye bir süper star çıkıyormuşçasına yoğun duman bulutunun içerisinden büyük çaba sarf ederek bulduğu ilk pencereyi ardına kadar açtı. Sızdığı bahçeden süzülerek uzaklaşan bir tilki gibi odayı terk eden duman bulutunun eşliğinde ağaçlarda gecenin tabii ışığıyla ve durağanlığı bozan organik seslerle ritim tutan yapraklar, birkaç yüz metrelik bir alanda şiir dizeleri gibi sıralı çeşitli ağaçlar, yıldızlar, ay, derin gök… Anlayışı bunları arada sırada fark edecek kadar mı karanlıktı?
Sabahın erken saatleri… Kötü alışkanlıklarını azaltacak ve yeniden başlamak için iyi sebeplere dalacak. Şimdi, elleri cebinde şarkısını söylüyordu:Wegon' be alright!
Do youhear me, do youfeel me? Wegon' be alright!
İmza; ‘Selanik Muhaciri Venedik Taciri’