Kültür-Sanat

KİFAYETSİZ JACOBO MUHTERİS TINTORETTO

“Başkalarına yaptığını, başkalarının sana yapmasına asla izin verme”

“Benim atölyemden herkes bir kopya fiyatına özgün bir tablo alabilir.” diyordu Tintoretto. Tintoretto; asıl adıyla Giovanni Battista Robusti oğlu Jacobo Robusti. İç dünyasında yeşerttiği az sayıdaki iyilik fidanını yine iç dünyasındaki yabani hayvanata yem ederek onları da ruhuna ilham veren domuz çiftliğinde leş olarak kullanan bir kifayetsiz muhteris!

Oysaki genç ressam Tintoretto çok şanslıydı birisiydi. Kaderinin sır dolu kıvrımlarında süzülen kahir ekseriyet,kolay kolay bunca müsbet sürprizle karşılaşmıyordu. Yaşadığı yerde aynı mesleği yapan bir kısım tevellütten döküntü, bir kısım da hevesli toy vardı. Zaten ihtiyaçtan açık olan kapıları ardına kadar açabilmek için “kendini göstermesi” veya “kendini pazarlaması” gerektiğinin farkındaydı.Kaderinin ona sunduğu yeni sönmüş kırmızı ışıklar silsilesi vesilesiyle yolları her zaman boş bulmaya alışmış olduğu için bu şartların aksini kendisine kurulmuş komplolar silsilesi olarak adlandırıyordu. Gittiği yollarda iyi arabalarla, Amerikan otobanlarında yol almalıydı fakat o yolculuktayken ne trafik olmalı, ne trafik lambası, ne de trafik polisi… En küçük bir rekabet hamlesi, en hafif bir direnç ortamı, fidanlarıyla beslenen yabani hayvanları yem ettiği çamur deryasında yaşayan domuz sürüsünü ortalığa salmasına sebep oluyordu. Bu çamur, lapa lapa yağan bembeyaz karların eridikten sonra sebep olduğu çamurdan da değildi. Zatıyla pis bir çamurdu. Çamur içindekilere güzel, dışındakilere tiksinçti. Hiç kimsenin üzerine bulaşmasını istemediği çamur, kapıların ardına kadar açılmasına vesile oluyordu. Fidanla muhatap olmayı düşünüp ardından yabani hayvanları, leşleri, domuzları görenler köşe bucak saklanmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden Tintoretto’yla geçici süreliğine de olsa insani ilişkiler kurmuş olan herkes ondan tiksiniyordu. Tabii ki kendisi için bunun bir önemi yoktu. Nasıl olsa onlar Tintoretto için kendi çıkar dünyasında faydalı veya zararlı, getirisinin önemi olmaksızın elenmiş kişilerdi. Bu bednam adamın isminin ve kendisinin geçtiği yollar boylu boyunca bir ihanet mezarlığıydı.

Tintoretto’nun bu raddede konumlanmasının sebeplerinden biri arsızlığı sermaye edinmiş olmasıydı. Onun için “utanmak” yerine “her hâlükârda övünmek” vardı. Hiçbir şartta eleştiri almayı sindiremeyen, karşılaştığı eleştirileri utanmazca “tavşana ‘bak!’, tazıya ‘tut!’” reçetesiyle savuşturan, karşısındakinin yüzüne söylediğinin yalan olduğunu bile bile ustaca yalan söyleyebilen biriydi. İnanç argümanlarını ve toplumun asgari müştereklerini istismar etmekten de çekinmiyordu. Bu konularda da gözü son derecekaraydı. Meselelerin özüne verdiği zarar umurunda bile değildi. İhtirasları ve ihanet istidadını bir potada eritip kendi ruh kökünü bizzat gübreleyen bu aciz kişilik, fırsatçılık adı altında kendisine en zor zamanda el uzatanlara dahi sırt dönebilecek kadar alçalmakta herhangi bir anormallik görmüyordu. Yaşadığı bu çekişmeli olayları da had safhadaki pişkinliğiyle o anda etrafında kim veya kimler varsa, böbürlenerek uluorta anlatıyordu. Ne yaptığı işte ne de kişiliğindeki defo ve ayıpları asla kusur olarak görmüyor, bunları kendine ait tabii bir hak olarak addediyordu. İyi insan desen değil, başarılı desen değil, prensipli desen değil, mütevazi desen değil, yetenekli desen değil, birikimli desen değil, paylaşımcı desen değil, sözünün eri desen değil, ahlaklı desen değil, sadık desen değil, saygılı desen değil, zengin desen değil; bilakis kötü kalpli ve içten pazarlıklı, başarısızlıkta kesintisiz bir düşüş çizgisinin hükümlüsü, kime yaklaşırsa onun borusunu çalmayı marifet bilen,hafif karakterini kibir gösterileri ve yapmacık tavırlarıyla perdelemeye çalışan, aleladenin ötesine geçemeyen, sağdan soldan duyduğu demode bilgileri pazarlayan, bencillikten gözü dönmüş, defalarca söz verdiği halde tutmadığı sözlerini de yalanlayan, istisnasız herkesin arkasından iftira ve yalanlarla itibar katletmeye çalışan, yediği kaba pisleyen, hayatını çığırtkanlık ve hedef saptırmayla devam ettirmeyi araç edinen, ceplerinde esen tayfunlara rağmen başkalarının sermayeleri üzerinden tavır takınan, olmadığı mananın sahibiymiş gibi görünmenin cakasını son damlasına kadar arsızca kullanan; hiçbir çaba sarf etmeden, boş boş oturduğu izbelik köşesinden, kim olduğu da önemli olmayan birilerinin ona imkanlar sunması gerektiğine ve kendisinin bu imkanlar üzerinden imkan sunana pay bırakmayacak kadar inisiyatif ve hak sahibi olacağına körü körüne inanmış patolojik bir vaka! Tintoretto öyle bir şaibe çukurudur ki onu tanıyanlar, sesini iki perde alçaltıp boyun bükerek uyuzhane kaçkını gibi ağlak makamdan okuduğu acındırmalarının ardından ilk fırsatta Mefisto gibi ihtiras ve ihanetle cilalanmış azı dişlerini göstereceğini bilirlerdi.

Tintoretto yorgunluktan baygın düştüğü bir gecede çok ilginç bir rüya gördü. Hayalindeki mevkiyi ona altın tepside sunmuşlardı. Venedik Valisi onu kendine ressam tayin etmişti. Tarihin en şöhretli eski ressamları kendisini alkışlıyor ve her biri en büyük eserlerini ürettikleri fırçaları alınlarına sürüp Tintoretto’nun önüne ardı ardına diziyorlardı. Ardından şehrin ruhani lideri gelip fırçaların üzerine “homo homini lupus” diye fısıldıyor ve fırçalar aniden ağzından kuyruğu, kuyruğundan da ağzı çıkmış olan sarı renkli bir yılan olup her iki başı ve iki kuyruğuyla birlikteTintoretto’nunburun deliklerinden içeri giriyordu. Vali de yanına yaklaşır ve ortalığı inleterek yüksek sesle haykırır: Senin gıybetin kibirinden de kirli, fırçanı farelerin alnına sür.Örtün üzerini!

Tersinden mucize! Yıllar sonrasının rüyasını görmüştü Tintoretto. Fırsat bulup yakaladığı mevkiyi yine derin bir ihanet ile sarsmış, büyük skandal birçok insanın zarar görmemesi adına örtbas edilmişti. Bundan da ders almayıp, makamların, mevkilerin, zenginliklerin ardında pozisyon alarak yarınlar yokmuşçasına içi boş bir kibir abidesi olarak hayatını sürmeye ve caka satmaya devam ediyordu.

Etrafındaki herkesi o an içerisinde bulunduğu imtiyazlı konumun forsuyla irrite edip, bulunduğu her yerde herkesin ortak nefret kutbu olmayı başarıyordu. Onu eşsiz bir değermiş gibi el üstünde tutmayan herkesin gıyabında her yerde konuşuyor, tek başına bir yığın insanı manipüle ediyordu. Nitekim yaptıkları ona yine pahalıya patlayacaktı. Lafla yürüttüğü peynir gemisi her fiili hamlede su alıyordu. Kesintisiz düşüş çizelgesine her adımda yeni bir uzantı ekliyor, her yerde istenmeyen karakter ilan ediliyordu. Hayatı boyunca bir yerlere kapılanma ideali hüsranla sonuçlanıyor, hüsranlar biriktikçe kredisi tükeniyor ve kredisi tükendikçe itibarı sıfırlanmaya mahkûm oluyordu. Her girişimi bir fiyaskoyla sonuçlanıyor, verilen her şansı nefsinin bitmek bilmeyen azgınlığıyla kötüye kullanıyordu.

Çalmak onun için tabii bir davranıştı.Biricik mottosu “Başkalarına yapma cüretinde bulunduğunu, başkalarının sana yapmasına asla izin verme” idi. O çalabilirdi fakat başkası hakkını arayamazdı, o yalan atabilirdi fakat başkaları kendini savunamazdı; hatta bir gün 5 kişinin arasında ortaya savurduğu herkesi güldüren iddiasına göre o rakipsiz bir üreticiydi ve o hariç herkes berbattı!Ancak rakiplerine baktığınızda, hepsinin atölyesi, çalışanları, birikimi, itibarı, toplumda hatırı, iyi ilişkileri vardı. Hiçbirinde olmayıp onda olan tek şey ihanetti!Rakipleri meslekleri adına ürettikleri ile saygın bir yer edinme gayretiyle teknik ve donanım olarak atölyelerini, malzemelerini, çalışanlarını, ilişkilerini geliştirirken Tintoretto sürekli attığı yalanlarla elinde tutmak için manipüle ettiği ve kendisini ispat etmeye çalıştığı sevdiceğinin derdinde aklı beş karış havada kır bayır geziyordu. Büyük meselesi, yalan dünyasında köşe kapmaca oynadığı kadını ıskalamamaktı. Bunun için atmadığı yalan, yapmadığı ikiyüzlülük, girmediği ağlamaklı tavır kalmamıştı. Bir defasında çalıştığı atölyeden kovulurken atölyenin kendisine kalması teklifinde dahi bulunmuştu. Bir insan ne için böyle bir yüzsüzlük yapardı ki? Tabii ki “Atölye benim!” yalanını boşa çıkarmamak için...

Jacopo Tintoretto… Büyük Rönesans’ın yüz karası, sefil bir düzenbaz.

İmza: Selanik Muhaciri Venedik Taciri