Geçen yazımda Köy Enstitülerinin kurulmasını hazırlayan sürecin anlaşılmasını amaçlıyordum. Cumhuriyetin kuruluş günlerinden başlayarak eğitim meselesinin ekonomik sorunlar kadar önem taşıdığını görmüştük.

Nüfusun çok büyük bir bölümünün (12 Milyon) köylerde yaşadığı ve köylerde yaşayan çocukların sadece %25'nin okula gidebildiğini hatırlayın. Okuma yazma seferberliği köklü değişimlerle birlikte başlamıştı. 1928 yılında Latin harflerinin kabul edilmesi buna yönelik bir karardı ve Millet Mekteplerinin açılmasıyla okuryazarlığın yaygınlaşması istenmişti. Köy Öğretmen okullarının açılması ile de köylerdeki eğitmen açığının kapatılması için gerekli adımlar atılıyordu. Daha sonra Köy Enstitülerine dönüşecek bu hareket eğitim sorunun çok yönlü bir  toplumsal dönüşüm boyutunda ele alınması  demekti. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na kapsamlı bir rapor sunan Jhon Dewey'in de yazdıkları bu yöndedir. Konusunda yetkili bir uzman olarak tanınan Dewey'e göre toplumdaki  siyasi, ekonomik ve teknolojik değişimler eğitim sisteminde bu amaca yönelik çabalarla mümkün olabilirdi. Dolayısıyla öğrencilere kazandırılacak olan yetenekler ve meziyetler toplumdaki mevcut sisteme karşı yeni görüşlerin ve değerlerin ağırlık kazanmasını sağlayacaktı. Köy okullarında görev alacak öğretmenler köy kalkınmasının öncüleri olacak şekilde, kültürel değerleri ve inançları da dikkate alarak  yetişmeliydiler.

Ancak kurulacak Köy Enstitüleri bu amaçların daha ötesine uzanan bir dinamizme sahiptir. Köy öğretmenlerinden beklenenler köyün sorunları ile sınırlı değildir. Nitekim İsmail Hakkı Tonguç'a göre asıl mesele ülkede yeni rejimi koruyacak  çağdaş bilince sahip  yeni bir nesil yetiştirme hedefidir. Cumhuriyet ancak böyle bir kuşağın çabalarıyla ayakta kalabilecektir. Böyle bir eğitim hedefi aynı zamanda köy ile kent arasındaki farklılaşmayı da azaltacak, toplumsal bütünleşmeyi sağlayacaktır.  

Bu nedenledir ki Köy Enstitüleri ile başlayan dönem eğitimde yeni bir açılım olarak görülür. Tonguç'a göre gerçekçi bir eğitimin amacı köyden başlayacak akılcı uygulamaları  hayata geçirmek, tarımda verimliliği artırmaktır. Köyde gerekli teknik ve bilgi ile donatılmış becerikli kişilerin yetiştirilmesi bu açıdan önemlidir. Köy Enstitülerinden çıkacak öğretmenler aydınlanmanın ve toplumsal ilerlemenin öncüleri olacaklardır. Köylerde yaşayan vatandaşların ekonomik hayatın içinde daha etkin rol alması, tercihlerini belirlemesi,  haklarını savunması onlar sayesinde başarılacaktır. 

Enstitülerinin amaçlarını anlatırken yasayla belirlenmiş görevleri de hatırlatmakta fayda var.

Bu görevler 1942 yılında çıkartılan 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu ile düzenlenmiştir.  Bu yasaya göre köy enstitülerindeki öğretmen ve eğitmenler binaların, işliklerin yapılışından, bahçelerin tanziminden, hayvanların bakımından sorumludurlar. Okula ayrılmış araziyi örnek olabilecek şekilde işleyecekler, öğrencilerin eğitim ve öğretimleri kadar sağlıkları ile de ilgilenip gerekli tedbirleri alacaklar, köylerin okul binalarının yapılmasından sorumlu olacaklardır. 

Yasada ayrıca eğitmen ve öğretmenlere köy halkının yetiştirilmesi ile ilgili görev ve yetkiler de anlatılmıştır. Bunların başında köy halkının milli kültürünü yükselterek onları sosyal hayat bakımından çağın şartlarına göre yetiştirmek gelmektedir. Köy kültürünün olumlu değerlerini korumak, yaymak, güçlendirmek üzere gerekli tedbirleri almak, etkinlikler tertip etmek, köy halkının radyodan azami derecede yararlanmasını sağlamak görevleri olarak sıralanır. 

Köyün ekonomik hayatının  geliştirilmesi için  zirai, sanat ve teknik becerilerin arttırılması, köyde iş hayatının canlandırılması için rehberlik edilmesi, ormancılığa ait bilgilerin aktarılması, ormanların korunması ve bakılması, eser ve anıtların onarılması, korunmaya muhtaç bitki ve hayvan türlerinin tespiti ve gerekli işlerin yapılmasında yardımcı olunması, diğer sorumlularla birlikte çalışılması, her türlü kooperatifleri kurma ve işletmesinde köylülerle işbirliği yapılması sıralanan diğer görevlerdir.

Köy Enstitüleri deyince akla gelen görev ve sorumluluklar dönemin yaşadığı sıkıntıların, dar boğazların, engellerin aşılması için yapılması gereken ödevlerden yola çıkılarak tanımlanmış konulardı. Mesele sadece köyde okul açıp öğrencilere standart programlara göre verilmesi gereken bilgileri aktarmak değildi. Köyün ihtiyacını  bir seferberlik haline dönüşen kalkınma hedefleri kapsamında değerlendirip ona önderlik edecek kişiler yetiştirmek ve onlara toplumsal sorumluluklar yüklemek gerekiyordu. Köyün sorunları ayrıca çok yönlüydü. Sadece 5400 köyde okul vardı ve bunların büyük çoğunluğu okul denecek uygunlukta değildi. Köylerde ekonomik hayat son derece durgundu.  Köylü hastalık, kuraklık, doğal afetler gibi olumsuz etkenlerin tehditi altında ayakta kalmaya çalışıyordu. Başlayan İkinci Dünya Harbi köydeki genç emek gücünün eksilmesine yol açmış, kadınlar ve yaşlılar yardımcısız kalmışlardı. Bu engellerin aşılması eğitimdeki geri kalmışlıkla bir arada düşünüldüğünde sorunu güçleştiriyor ve devleti hızlı çözümler üretmeye zorluyordu. Kırsal kesimde yaşayan halkın bu şartlarda Cumhuriyet rejimiyle getirilmek istenen yeni kültür düzeyine ve değerler sistemine ayak uydurması nerdeyse imkansızdı. Bu nedenle köylerde başlatılacak eğitim seferberliği aynı zamanda bir kültür meselesiydi. Milli Eğitim teşkilatında bu amaçlara  uygun görevlendirmeler daha Atatürk döneminde başlamıştı. 1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Saffet Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç'u İlköğretim Müdürlüğüne atadı. Tonguç  bu işe en uygun seçimdi.  Arkadaşları arasında "Köylü İsmail Hakkı" diye tanınırdı. Dar gelirli bir köylü ailesinden geliyordu. Çok güç koşullarda  yetişmesini sağlayacak olanakları kovalamış ve öğretmen olarak mezun olmuştu. Tonguç Köy Enstitülerinde uygulanacak programların belirlenmesinde engin bir görüş açısına ve yeteneğe sahip bir eğitimciydi. Çağdaş eğitim biliminin ışığında uygulanacak plan ve modellerin geliştirilmesini sağladı. Tonguç'a göre köy sorunu tek başına bir eğitim sorunun ötesinde ele alınmalıydı. Bu konu eğitim ve kalkınma meselelerini kapsayan bir bilinçlendirme ve canlandırma sorunuydu. Köye bir şeyler öğretebilmek için önce köyü iyi tanımak, anlamak gerekliydi. Köy hayatının sırlarını kavramadan, köylüyle iç içe yaşanacak bir hayata katılmadan değişimi başlatmak imkansızdı. Bunu en iyi başaracak kişiler köyün içinden çıkmalıydı. Köylünün içinden keşfedilecek böylesine  kahramanlara ihtiyaç vardı. Bunlar Köy Enstitüsünden yetişecek öğretmenler olacaktı. Köyde yaşamayı benimseyerek  köylü ile birlikte zorlukları yenmeyi, sorunları aşmayı, yardımlaşmayı, yaraları sarmayı, binaları yapmayı, aletleri tanıtmayı, fidan büyütmeyi köyde yaşayanlarla birlikte başaracaklardı. Köy böyle kahramanlara muhtaçtı. Yapılacak iş bunları başarmayı sağlayacak bir aydın kimliğini kazanmış öğretmenleri yetiştirmekti. 

İlk bölümde anlattığımız gibi bu amaçlarla işe Eğitmen Kurslarının açılması ile başlanmıştır. Bu kursların çoğu ilerde Köy Enstitüsü açılacak yerlerde açıldı. Kursları başarıyla bitirenlere Eğitmen adı verildi. Eğitmen kursları 1948 yılına kadar devam eden bir uygulama olmuş ve yaklaşık 9 bin eğitmen yetiştirilmiştir. Ancak asıl hedef Köy Enstitülerine dönüşecek yeni bir yapılanmaya geçmektir. Bu da ilk aşamada Köy Öğretmen Okulları olarak düşünülmüştür. Henüz Köy Enstitüleri için yasal bir dayanak hazırlanmadığından 1926 yılında çıkarılmış Köy Muallim Mektepleri kavramına dayanarak bir çözüm bulunmuştur. İlk adım 1937 yılında İzmir Kızılçullu ve Eskişehir  Çifteler Köy Öğretmen okullarının açılması ile atıldı.  Daha sonra 1938 yılında Edirne'de Karağaç'ta Zabit Mektebi binasında hizmet verecek olan Trakya Köy Öğretmen okulu açıldı. Okulun toplam 83 öğrencisi vardı. 

Köy Öğretmen okulları üç yıllıktı. 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası çıkınca  bu okullar önceden düşünüldüğü gibi Köy Enstitüsü adını alacak, öğretim süreleri ise 5 yıl olacaktır. 1944 yılına kadar bu şekilde açılan okul sayısı 20'yi bulacaktır. Amaç 24 okula ulaşmaktı. Bu başarılamadı. Niye olmadığını daha sonra anlatacağım. Ancak Köy Enstitülerinden 1952 yılı sonuna kadar 1398 kadın, 15943 erkek olmak üzere toplam 17341 öğretmen mezun olacaktır. 

Kepirtepe Köy Enstitüsü yukarıda söylediğim gibi önce Edirne Karağaç'ta açılmış bir öğretmen okuluydu. Ancak okulun açıldığı sırada İkinci Dünya Savaşı başlamak üzeredir. Bu nedenle Genel Kurmay Başkanı Salih Omurtak okula gelir, herkes endişelenir. Nitekim ardından gönderilen bir emirle okulun boşaltılması istenir. 33 vagona yüklenen eşyalarla ilk göç Alpullu'ya taşınmayla başlar. Orada yerleşme sorunu olunca dönem sonunda ikinci göç yaşanır. Bu kez Lüleburgaz Emrullah Efendi İlkokulu ve bahçesinde kurulan çadırlara yerleştirilir öğrenciler, hazırlık sınıfları izinli olarak evlerine gönderilir. Artık harp başlamıştır. Bu arada Kepirtepe Köy Enstitüsü’nün kurulacağı yer seçilmiş ve inşaatına başlanmıştır. 1939 yılının ekim ayında ana binanın iki katı tamamlanır. İdari hizmetler çadırlarda verilmektedir. Zemin kat yatakhane, bir ve ikinci katlar derslik olarak kullanılmaktadır. Hemen ardından 64 metre uzunluğunda ve 9 metre genişliğindeki yatakhane tamamlanır. Yeterli inşaat çivisi olmadığından kullanılmış tahtalardan sökülen çiviler düzeltilerek yeniden kullanılır. Bir yandan da susuzluk yaşanmaktadır. Lüleburgaz'dan varillerle taşınan suyla idare edilir. İşler tam düzelmeye başlamışken İkinci Dünya Savaşı hızla yayılmaktadır. Okulun önünden Edirne-İstanbul yolunda sınıra doğru ilerleyen tanklar geçmektedir.  Trakya'da savaş tedirginliği her yanı sarmıştır. Okulun tekrar boşaltılması istenir. Bu kez yolculuk Ankara Hasanoğlan Köyüdür. Okul öğrencileri tüm demirbaş eşyalarla birlikte Lüleburgaz tren istasyonundan önce Sirkeci'ye, sonra vapurla Haydarpaşa garına getirilirler. İlk kez İstanbul'u ve denizi görür öğrenciler. Ankara garına varınca başka bir trene aktarma yapılır. Ankara'dan sonra kısa bir yolculuk daha yaparak Hasanoğlan durağında inilir. Köyden gönderilen kağnılara eşyalar yüklenir, yürüyerek  okula ulaşılır. 

Hasanoğlan'da 9 ay sürecek geçici konaklama sırasında diğer bölgelerden gelen öğrencilerin de yardımlarıyla çok sayıda binanın inşaatı tamamlanır. Kepirtepe öğrencileri evlerine dönerler, yarım kalan enstitülerini tamamlamaya koyulurlar. 

İşte bu, böylesine çileli ama aynı zamanda geride bırakılan eserleri, yardımlaşma duyguları ve biriktirilen güzel anılarıyla gururla hatırlanacak bir hikayedir. O hikayenin artık sayıları azalan kahramanlarına gelince, onlara karşı borçlu olduğumuz teşekkür bütün bu yapılanlardan geride kalan boşluğu doldurmaya elbette yetmeyecektir.

(Devam edecek)