Öfke, mutluluk, korku, tiksinme, şaşkınlık ve üzüntü. Bu duyguların gösteriliş biçimi farklı farklı olsa da herkes temel de bu 6 duyguyla doğar. Diğer duygular ise sonradan yaşam boyunca öğrenilir. Duygu için, ”Bireyin ruh hâlinde biyokimyasal (içsel) ve çevresel tesirlerle etkileşiminden doğan kompleks psikofizyolojik bir değişimdir. Kişiye özgü sağlık duyusunu belirleyen temel faktör olup, insanın günlük yaşamında merkezi bir rol oynar.” tanımı yapılıyor.
Coşkulu, mutlu, başarılı ve doyurucu bir yaşam geçirebilmemiz için kendimizi, kendimize ait duyguları ve düşünceleri fark edip, tanımaya ihtiyacımız olduğu söyleniyor.
Bizler duygularımızla yaşıyoruz. Hayatımızın her anında duygularımız bizimle. Şu yazıyı yazarken dahi biraz sinirli olabilir biraz üzüntü duyabilirim. Ya da çok mutluyken veya şaşkınken de bu köşe yazısını yazıyor olabilirdim.
Ancak duyguların kalıcı olmaması durumu gerçekten çok ilginç. Belki de hayatı yaşanılabilir kılan etken. Yakınımızı kaybettiğimizde yaşadığımız üzüntü duygusunun kalıcı olduğunu düşündüğümüzde ne demek istediğim daha net anlaşılabilir. Üzüntü duygusu tıpkı diğer duygular gibi belli bir süre bizimle oluyor ve daha sonra hayatın koşuşturması içinde etkisini yitiriyor. Tam anlamıyla kayboluyor mu. Tabiki de hayır.
Ya da Dünya Kupası’nı kazanan Lionel Messi’yi düşünelim. O gün yaşadığı sevinç şu an aynı seviyede mi? Cevap muhtemelen hayırdır. Belki kupadan daha kıymetli bir şey kazanmadı. Ancak bu süre zarfında birçok duyguyu yine yaşadı. Korku, üzüntü, şaşkınlık.
Ya da aşk acısı ayrılık durumu. Kendimden bir örnek vermek gerekirse. Sevdiğim biri ile yaşadığım ayrılık anındaki duyguyu net hatırlıyorum. O duygu kalıcı olsaydı hayat yaşanmaz hale gelirdi muhtemelen. Ancak yaşam içerisinde o kadar çok değişken var ki. Ve bu değişkenlerle birlikte farklı duygularda hayatımız boyunca bizimle olup bizlerle sürüklenip gidiyor.
Ne diyelim. İyi ki duygularımız tamamen aynı seviyede kalmıyor.