Son gün, gözümü açtığımda henüz zihnim aydınlanmamışken aynı anda kızım da uyandı. 'Ben oynamaya gidiyoruum!' dedi ve gitti.

Son gün, gözümü açtığımda henüz zihnim aydınlanmamışken aynı anda kızım da uyandı. 'Ben oynamaya gidiyoruum!' dedi ve gitti. Öylece, dün gece yatarken giydiği üst başıyla. Çoraplarını hızlıca ayağına geçirdi, çadırın fermuarını açıverdi ve fırladı. O an çadırın kapısından bakıyor olsaydım, eğer; dört köşeli bir kalenin duvarları gibi göğe yükselen, tepesine yakın bir bölgeye asma kat çıkılmış çamların arasından koşarak, boyalı araba lastikleriyle süslenmiş tahta köprünün üzerinden ilerlediğini, ardından da kamp ateşi yakılan rengarenk bayrakların kol kola rüzgarla salındığı meydana vardığını görecektim. Ama bakmadım. Çünkü gerek yoktu. Muhtemelen gözünü açtığı an o alana koşan diğer çocuklarla bir araya gelmişti bile. Evet öyleydi, neşeli çığlıkları kulağımda çınladı.

Lüleburgaz Belediyesi'nin Kent Ormanı'nda kurduğu anne-çocuk kampında 3. ve son günümüzdü.

O an hayatın bana uykusuz uzun gecelerimde borçlandığı bir iki saatimi geri almaya karar verdim ve gözümü kapadım. Öyle uyur uyanık, güne başlayanların hışırtı ve mırıltıları eşliğinde azıcık da ağrıyan yerlerimi hissederek kapalı gözlerle uzandım. Tam o anda hareketli ama yumuşak şarkılar kulağıma gelmeye başadı. Henüz saate bile bakmamıştım. Ancak anladım ki Melisa ile Şimal uyanmış. Uyanmış ve kahvaltı hazırlıyorlar, haydi uyanın alarmı bu. Onlara hazırlıklara yardım etmeye yetişmekle aheste aheste hazırlanmak arasında birşeyler yapıp aynı ağaçların arasından aynı köprünün üzerinden geçtim ve bir afrika kabilesinin köy meydanını anımsatan alana vardım.

Kamp alanımız 3 bölümden oluşuyordu. Burası güvenli, minik, dünyadan uzak bir köy. Benim için öyle. Bakkal yok, benzinli araç yok, çok katlı binalar yok.

İçeri girdiğinizde rengarenk bayraklarla süslenmiş, sol yanda ahşap kulübelerin, öte yanda çadır bölgesi ve etrafı kiremitlerle yükseltilmiş kamp ateşi alanı ile etrafında oba bayraklarının direklerinin bulunduğu bir meydan var.

Buraya ilk adım attığımda 'işte Afrika asıllı atasözünde bahsedilen o köy!' dedim. Afrika asıllı bir atasözü der ki; 'Bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir'. Burası sanki o köyün prototipiydi. Seçilmiş pilot bölge.

Çocuklar alana girer girmez çığlık kıyamet neşe içinde dört bir yana ayrıldılar. Kamp alanını çevreleyen güvenlik çitleri, her bir kulübe, çadırlar, etrafta ileri dönüşüm teknikleriyle dönüştürülmüş ve burayı bambaşka bir havaya bürümüş materyaller bir bir keşfedildi.

Kısa bir tanış faslından sonra dayanamadım. Kamelyalardan başlayarak; mutfak, banyo ve wc'ler, kum havuzlu voleybol sahası, tahta sahne, kamp ateş alanı (favorimdir), bıdık bir köprü ile diğer kısımdan ayrılan çadır alanı ve nihayet yerleşirken çadırların içini inceledim. İçim garip bir neşe ile doldu. Güvende olduğumu ve her an arkasından bakmak zorunda olmadığım çocuğumla geçireceğim 3 gün aklımda bir çok ihtimali canlandırdı.

Nitekim büyükten küçüğe tüm çocuklar bu 3 gün boyunca zaman zaman grupça zaman zaman 2şer 3er kopuşarak zaman geçirdi. Keyif alarak, arada tartışıp zorlanarak bu prototipte küçük bir deneyim kazandılar.

Beni kalbimden fetheden en büyük olaylardan biri; kamp liderleri Ömer, Günalp, Gürkan, Melisa, Çağatay, Emre ve Şimal'in çocuklara olan tutumuydu. Kızım her bir şey sormak-yahut-yakınmak için yanıma geldiğinde 'burada kuralları izci liderleriniz koyuyor' demek de ayrıca keyif vericiydi. Kamp alanında görevli-misafir ayrımı karanlık bir gecede elinizde tuttuğumuz koyu renkli bir ip kıvamına geldi. Herkes hem ne yapması gerekse yapıyor hem de doyasıya sohbet ediyordu. Allah'ım  rüyamıydı bu?

Kocaman büyük sofralar oluşturarak yediğimiz yemekler, minik etkinlikler, bol ama çok bol çam ağacı, kampın maskotu patili dostlarımız Kuki ve Yıldız, gece çocukları uyuttuktan sonra kamp ateşi etrafında kurduğumuz çember, ve sohbetlerimiz.. Birbirimizden epey şey öğrendik bence. Konuşurken, konuşmazken, gözlemlerken, deneyimlerimizi anlatırken...

Hayatımda ilk kez yaşadığım bu deneyimde, elbet pek çok senaryo mümkündü. Daha neler yapabilir neler sığdırabilirdim o günlere. Ama ben heybemi olduğu haliyle çok tatmin edici bir şekilde doldurdum. Burası, o atasözündeki; hepsinin hepimizin çocuğu olan çocuklar ile, hepsinin tüm çocukların yakını olduğu anneler ve bizlerle canıgönülden ilgilenen görevliler ile bir çocuğu büyütecek olan o'köy'dü.

Bunun için başta Lüleburgaz Belediyesi'ne, Başkan Murat Gerenli'ye, İzci liderlerine ve orada bulunan tüm annelere binlerce teşekkür.