Köy Enstitüleri deyince akla ilk gelen isim şüphesiz ki İsmail Hakkı Tonguç’tur.
Onun adını anarken bu efsane sayılacak eğitimciyi daha yakından tanıtmak gereği duyuyor insan. Çünkü Köy Enstitülerini ilerde anlatacağım nedenlerle kapanmaya zorlayan süreçte, şahsına yöneltilmiş eleştiri ve saldırıları öğreneceksiniz. Bu hikayenin sonunu getiren hamleler hep bu ideal eğitimcinin yıpratılması için gösterilen çabalardır. Tonguç'un kişisel serüvenini öğrenirken aslında bir dönemin kaderini çizen tarih aktörleriyle karşılaşırsınız. Onu mesleğinde zirvelere çıkartıp arkasından destekleyenlerin sonra birden yön değiştirip söylediklerini inkar edercesine sırt çevirmelerine şahit olursunuz. Burada çarpıcı olan, Tonguç'un olup bitenlere karşı soğukkanlı davranıp bildiği yoldan hiç sapmadan durumun nedenlerini kavraması, çalışmalarına inatla devam etme iradesidir. Tonguç, meseleleri toplumsal diyalektiği ile düşünerek hareket eden, bir dava adamıdır. Bütün yetkileri elinden alınıp bir liseye resim ve el işleri öğretmeni olarak atandığında bile kafasındaki idealleri hala pırıl pırıl yaşayan bir aydındır. Onun hayatı ve söyledikleri bile tek başına Köy Enstitüleri tecrübesinden çıkartılacak derslerle doludur.
İsmail Hakkı Tonguç 1893 yılında Bulgaristan'da Silistere ili sınırları içinde bir köyde doğar. Babası Kırım göçmenlerinden Silistre savunmasına katılmış Hacı Velioğlu İdris Bey, annesi Dobruca Türklerinden Vesile Hanımdır. İlkokulu doğduğu köyde okuyan Tonguç 1907 yılında Silistre Rüştiyesi'nden mezun olur. Okuma arzusuyla dolu olan bu öğrenci önce babasının yanında bir süre çiftçilik yaptıktan sonra annesinin yardımıyla İstanbul'a gider ve Maarif Nazırı Şükrü Bey'in katkısıyla Kastamonu Öğretmen Okuluna gönderilir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul Öğretmen Okulu'na geçiş yaparak buradan mezun olur. Yirmi arkadaşı ile birlikte Almanya'ya öğrenim için gönderilir. Savaş bittiğinde yurda dönmesi istenir. Öğrenimini tamamlayamadan geri döner ve Eskişehir Öğretmen Okulu Resim-El İşi ve Beden öğretmenliği görevine atanır. 1921 yılında tekrar Almanya'ya gönderilir ve Almanya Karlsruhe Beden Güzel Sanatlar Okulu ve Güzel Sanatlar Akademisinde okur, 1922 yılında ülkesine döner. 1925 yılında tekrar mesleki eğitim konularında araştırmalar yapmak için Avrupa'ya gönderilecek olan Tonguç, özellikle Almanya'daki Kır Eğitim Yurtları ve Leipzig Deney Okulları ile ilgilenir, seminerlere katılır. Döndüğünde Ankara Öğretmen Okulu resim-iş ve beden eğitimi öğretmenliğine atanır. Kırsal bölgelerde eğitimle ilgili yazdıkları dikkat çekerek, 1926 Yılında Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati tarafından Milli Eğitim Bakanlığına tayin olur. "İş İlkesine Dayanan Öğretmen Kursu”nu düzenler. Daha sonra mesleği ile ilgili bir çevirisi ve "Resim-El İşleri ve Sanat Eğitimi" adlı kitabı yayımlanır. Eğitim Sergisi düzenlediği İsmet Paşa Kız Enstitüsü'nde CHP'nin Altı Ok amblemi o günlerde çizilir. Gazi Mustafa Kemal Enstitüye gelerek teşekkür eder. Mustafa Necati’nin beklenmeyen ölümünden sonra, 1935 Yılında Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilen Saffet Arıkan'nın isteği ile Gazi Eğitim Enstitüsü Müdür yardımcılığından İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne atanır. Bakan Saffet Arıkan'a sunduğu 35 sayfalık bir raporda İlköğretim ve Eğitim Meselesini anlatır. 1936 yılında Atatürk'ün önerisiyle başlayan, çavuş ve onbaşıların köylerde eğitmen olarak çalışmak üzere yetiştirilmesi konusunu araştırmakla görevlendirilir. 1937 yılında Köy Enstitülerinin kurulmasıyla ilgili temel ilkeleri belirleyen raporunu Bakan Saffet Arıkan'a sunar. Bu rapordan sonra Köy Enstitülerinin ilk örnekleri sayılacak Köy Öğretmen okulları açılmaya başlanacak ve süreç 1940 yılında Köy Enstitülerinin açılışını düzenleyen yasanın TBMM'nde kabul edilmesiyle noktalanacaktır.
Köy Enstitülerinin kuruluşu o sırada Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü tarafından hararetle desteklenmektedir. İnönü ondan, açılan Köy Enstitülerinin sayısının 60'a çıkarmasını isteyecektir. Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en değerlisi olarak gördüğünü söyleyen İnönü, buralardan yetişecek öğrencilerin başarılarını hayatı boyunca takip edeceğini belirtir. CHP'nin Beşinci Büyük Kurultayı'nın açılış konuşmasında Köy Enstitüleri için şöyle der: "Nüfusumuzun çoğunu teşkil eden köylümüzün gerek tahsil, gerek geçim hususunda seviyesini yükseltmeyi başlıca hedef tutacağız. Bu hususta elde edeceğimiz neticelere, çok ehemmiyet ve kıymet veriyoruz. Kati olarak inanıyoruz ki köylümüzün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdığımız gün, milletimizin her sahada kudreti, bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır."
Köy Enstitülerinin kapatılması, genellikle çok partili hayata geçiş döneminde görülen gelişmeler paralelinde anlatılsa da kuruluş yıllarındaki Tek Parti döneminde, TBMM'nde ilgili yasaların gündeme gelmesiyle başlayan bir tepkiden söz etmek gerekir. Bu tepkiler, daha sonra enstitüler hedef alınarak sesini yükselten milliyetçi ve muhafazakar çevrelerin kullandığı komünist suçlamaları şeklinde ortaya çıkacaktır. Buraları bir komünist yuvası olarak görülür, karşı propagandalar devreye sokulur, karalamalar başlar.
TBMM'ne getirilen köy enstitüleri kanunu için yapılan görüşmelerde ilk eleştiriler başlar. Kazım Karabekir'in de destek verdiği eleştirilerden birisi "enstitü" kelimesiyle ilgilidir. Karabekir, köylünün hoşuna gidebilmesi için bu isim yerine "hayat mektebi" denmesini önerir. Yöneltilen eleştirilerden diğeri ise enstitü kanununun üçüncü maddesiyle ilgilidir. Bingöl vekili Feridun Fikri Bey itirazında köy görüntüsündeki kimi kasabalarda yaşayan gençlerin bu kanundan yararlanmayacağını, bu nedenle kasaba ve şehirlerdeki okullara giden köylü çocukların da enstitülere alınmasını ister. Kazım Karabekir de ahlak derslerine daha fazla önem verilmesini ister ve enstitülere sadece köy çocuklarının alınmasına karşı çıkar. Kanun için yapılan oylamada 429 milletvekilinden sadece 279 kişi oylamaya katılmıştır! Bu sonuç bile enstitülerin kurulmasına başlangıçtan itibaren karşı çıkan ciddi bir muhalefet olduğunu gösterir.
Köy Enstitüleri ile ilgili 1942 yılında gündeme gelen yine önemli bir düzenleme için benzer karşı çıkışlar görülecektir. Köy Enstitüleri için gerekli olan Teşkilat Kanunu görüşmeleri için yapılan tartışmalar günlerce sürecek, kanunun çıkması uzayacaktır. Söz alan milletvekillerinden Rasih Kaplan din eğitimin önemine vurgu yaparak, "Enstitüleri ikmal etmezden evvel, köylerdeki yavruları yetiştirmek üzere din dersleriyle de teçhiz etsinler. Buna ihtiyaç vardır." diyecektir.
Gelen tasarıda köy öğretmenlerinin görev ve sorumluluklarıyla ilgili 10. madde en büyük eleştiriye uğrayan konulardandır. Eskişehirli toprak zenginlerinden Emin Sazak, "Bu madde muallimlere o kadar salahiyet veriyor ki, hakim, hekim, ne bileyim mürşit, peygamber hepsi. Yani bunlar köyün ziraatını temin edecek, akıl verecek, hülasa her şey, yapacak... Köye gidecek muallim ben köyde muhtarım diyecek, o zaman da köyün kalkınması yerine herkes dağa kaçacak... Kanun çok güzeldir, fakat bu maddesi yanlıştır. Bunlara verdiğimiz salahiyet Başvekilde yoktur. Bunlardan köylü ne öğrenecek?" diyecektir. Emin Sazak ileride Köy Enstitülerine yöneltilecek eleştirilerin ilk işaretini verir böylece.
Besim Atalay da Rasih Kalan gibi düşünmektedir. O da 10. maddeye, "Köylerde eğitmenler ve öğretmenler din terbiyesine, manevi terbiyeye önem vereceklerdir" ifadesinin eklenmesini isteyecektir. Abdurrahman Naci Demirağ ise, din eğitiminin önemine değinerek, "Maneviyatsız hiçbir millet yaşayamaz, laiklik dinsizlik değildir... Biz laikliği kabul ettiğimiz zaman birdenbire cezri hareket etmek mecburiyetindeydik. Fakat bugün artık yavaş yavaş bu işi ıslah etmek zamanı gelmiştir. Çünkü millet, din işinin dünya işinden ayrılmasına iman etmiştir." der.
Onuncu madde ile ilgili tartışılan diğer bir mesele ise öğretmenlere verilecek bu yetkilerden sonra köylerde muhtarlar ve köy heyetleri ile öğretmenler arasında bir yetki karmaşası çıkmasıyla ilgilidir. Tasarının okulların yapım ve onarımıyla ilgili 25. maddesine ait yapılan eleştirilerde kadınların çalıştırılmasına karşı çıkılırken köylüye yüklenen yükümlülüklerin angarya ve işkence olduğu ileri sürülerek anayasaya aykırı olduğu söylenir.
Genel olarak bu dönemde Köy Enstitülerine gösterilen tepkilerde aşırı bir olumsuz tavır görülmez. Bunda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün şüphesiz ki büyük payı vardır. Tepkiler çok açık şekilde dile getirilmese de toplumun bazı kesimlerinin bu oluşumdan rahatsızlık duydukları kesindir ve bunu bazen oturumlara katılmayarak veya eğitimle ilgili çeşitli toplantılarda görüş beyan ederek ifade ederler.
Köy Enstitülerinin kapanmasına yol açacak gelişmeler özellikle 1946 yılında çok partili sisteme geçişle birlikte yaşanacaktır. Bundan sonra gösterilen muhalefet daha keskin bir şekilde ve yıpratıcı ölçülerde yapılacaktır. Özellikle 1945 yılında Meclise gelen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu bu değişimin hızlanmasını sağlayacaktır. Yoğun tartışmalarla kabul edilen toprak reformu işlevi olmayan bir karar olarak rafa kaldırılır. Bu yasanın asıl etkisi Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkacak Demokrat Parti oluşumuna yol açmasıdır. Bu reforma karşı çıkan çevreler aynı zamanda Köy Enstitülerinin önünü kapayacak engellerin sesini daha güçlü şekilde duyururlar. Tarımdaki yerleşik yapıda mevzilenen güçler reformları uygulanamaz hale getirerek yerlerini korurlarken Köy Enstitülerine karşı kararlı bir duruş sergilerler. Onların bu tepkileri iktidar partisi üzerinde de etkili olur. Nitekim 21 Temmuz 1946 seçimleri sonrası kurulan Recep Peker hükümetiyle köy enstitülerinde geri sayım başlayacaktır. Demokrat Partiye geçmeyen, Cumhuriyet Halk Partisi içinde kalmaya devam eden muhafazakar ve reform karşıtı çevreler köy enstitülerini etkisiz hale getirecek adımların işaretini verirler. Recep Peker'in hükümet programında köy enstitülerinde uygulanacak eğitim için kullanılan şu ifadeler bunun doğrular gibidir: "Köy Enstitülerinden çıkan gençlerin kendilerinden beklenen hizmeti başaracak surette bilgi ve tam bir milli duygu içinde yetiştirilmelerine dikkat edilecektir."
Köy Enstitülerine yönelecek saldırıları besleyen bu tür düşünceler nitekim bir süre sonra sonuç verecek ve Hasan Ali Yücel yerine Milli Eğitim Bakanlığına Reşat Şemsettin Sirer getirilecektir. Bu değişiklik TBMM içindeki karşı kesimlere cesaret verir. Sirer'in bakan olmasıyla köy enstitülerini öğretmen okuluna dönüştürme çabaları hız kazanır. Eğitim programlarında yapılan değişiklik ile teorik derslerin ağırlığı artarken iş eğitimi ile güçlendirilmiş uygulama dersleri zayıflatılır, üretici iş okulu yerine klasik iş okulu anlayışı benimsenir. 1948 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır. Bu okuldan mezun öğretmenler pasif görevlere atanır veya farklı öğretmen okullarına gönderilir. Enstitüden mezun olan köy öğretmenlerine işlemek için verilen topraklar geri alınır. Artık köy okullarındaki öğretmenlerden beklenen görevler klasik bir eğitim için istenen düzeye çekilmiştir. Bu arada eğitmen kursları da 1947 yılında kapatılır.
Çok partili döneme geçildikten sonra Köy Enstitülerinin kurucularına yönelik saldırılar ideolojik bir karakter kazanmaya başlayacaktır. Burada komünizm suçlaması yaparak yıpratma çabaları boy gösterir. Enstitü faaliyetleriyle ilgili karalamalara bir de komünistlik sıfatları eklenir. Önce Çifteler Köy Enstitüsü ile başlayan suçlamalar daha sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü için yapılan komünizm ihbarlarıyla devam eder. Mesela, kırmızı gömlek giyen bir öğretmen komünistlikle suçlanır hemen. Yatakhane binalarının yerleşimini yukarıdan bakıldığında orak çekice benzetenler de çıkar.
Diğer bir konu ise Köy Okullarının yapımında köy halkına yüklenen sorumlulukların hafifletilmesi ile ilgilidir. Kadınların bu işlerde çalıştırılması yasaklandığı gibi okul yapma görevinde devletin payının arttırılması istenecektir. Okul yapımında köylü vatandaşın katkısı Demokrat Parti iktidarı zamanında tamamen kaldırılır.
Komünizm suçlamalarının yanı sıra din eğitimi konusunda da kuruluş yıllarında başlayan eleştiriler yeniden hız kazanır. Cumhuriyet Halk Partisi bunların etkisinden kurtulamaz. Bundan sonra okullara din dersleri konulması, imam hatip yetiştirecek kurslar açılması hakkında adımlar atılacaktır. 1950 seçimlerine gidilirken eğitimde din, tartışılan en önemli konu olur. Demokrat Partinin 1950 yılında iktidara gelmesiyle Köy Enstitülerinin öğretmen okullarıyla birleştirilmesiyle sonuçlanacak noktaya epey yaklaşılır. İktidardaki Demokrat Parti hükümeti bu kurumların tasfiyesine yönelik çalışmalara hız verecektir. 1951 yılındaki Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde enstitülerin kapatılması gerektiği açık olarak ifade edilir. Bu görüşmeler sırasında Ahmet Başıbüyük şöyle konuşur: "Muhterem arkadaşlar, valileri tehdit ve radyoda teşhir ederek ve köylünün malını, davarını, çulunu çaputunu sattırarak dipçik altında yaptırılan köy okulları bugün kısmen yıkılmış ve harap bir haldedir. Kendisinden beklenen hizmetleri veremeyen köy enstitülerinin bir an evvel tasfiye edilerek, öğretmen okullarının çoğaltılmasını rica edeceğim."
Aynı bütçe görüşmelerinde Milli Eğitim Bakanlığının Tevhid-i Tedrisat kanunu ile medreselerin kapanması nedeniyle doğan din okulları ihtiyacını karşılaması gerektiği savunulur, imam ve hatip okullarının derhal açılması istenir. Mükerrem Sarol, laiklik ilkesini tartışmaya açar ve "Laiklik mefhumunun tesir ve murakabesi altında bulunan yerlerde vicdan hürriyeti bulunmaz ve işlemez. Benim anlayışıma göre, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak hükmü, dinin ne olduğunun bilinmemesinden doğmuştur. Aynı zamanda bu hükmün her din için tatbiki caiz olmaz. Bence din çeşnisini kaybetmiş olan karakter muhakkaktır ki vahşete ve hayvanlığa temayül eder." der.
Demokrat Parti dönemindeki Köy Enstitülerinin kapanmasıyla sonuçlanan yıkımın hikayesini anlatmaya devam edeceğiz. Elbette başlarken bir bölümünü anlattığımız, Köy Enstitülerinin önderliğini yapan ve düşünsel kaynağını besleyen İsmail Hakkı Tonguç'un başına gelenlere ve son günlerinde yaptıklarına da yer vereceğiz. (Devam Edecek)